27 Aralık 2010 Pazartesi

bu satırları gözyaşları içinde yazıyorum

Hayatın ne kadar kısa olduğunu bir kez daha anladım şu hastane odasında, bir süre anladığım kadarıyla yazamayacağım ve kafamı ancak sevdiğim blogları okuyarak bacağımdan uzak tutabileceğim canlarım benim! Öyle çok sevenim var mış ki ve ben ne kadar salak bir adammışım bunu bilmeden ankara'larda yaşayıp durmuşum. Börek getiren makbule'ye ve yaprak sarmasının iyi bir roman kadar ruha iyi geldiğini bir kez daha derinlemesine hissettiren tolga'nın annesi şükran teyzeye gözyaşları içinde teşekkür ediyorum. varolun!

amma acıkmışım ulan, bu genel anestezi var ya!

15 Aralık 2010 Çarşamba

roman kahramanım olmaya karar veren üç yiğit için

Sağolsun birkaç arkadaş hiç de alışık olmadığım ve sahiden de beni sevinç gözyaşları içinde mendilden mendile fırlatan, bana yorgan ıslattıran ve insan olduğumu bir kere daha ve unutmamacasına hatırlatan çok güzel karşılıklar vererek boşa kürek sallamayacağımı birkaç gün içinde gösterdi.

Meğer güzide memleketimizde roman kahramanı olmak için can atan, heyecanla kendi hayatının tüm yaşantı sermayesini güvenebileceği ve muhabbet duyacağı bir yazara vermek için sabırsızlanan ne güzel insanlar varmış! Ve işte ben aciz, zavallı, hasta müellifiniz elbette sizler için burada, üç kişi bile olsanız gösterdiğiniz sıcaklık beni ve romatizmalı bacaklarımı şu soğuk kış günlerinde iyi etti, sayenizde şerefyab oldum sağolun, varolun arkadaşlar! Tahmin ettiğiniz gibi dün biraz abdülhak şinasi hisar okudum, bu uzun cümle kurma isteği dün geceden kaldı. 

İçtenlikle roman kahramanım olmak için başvuran, gönül koyan, bu işe kafa göz girmek istediğini beyan edip bir an evvel kendi hayatının yaşantı sermayesini bana aktarmak için buluşmak ve konuşmak ve dahi görüşüp mesaiye başlamak isteyen üç kıymetli ve eşi dahi bulunmaz genç arkadaşımın ortak bir merakları var. Neden roman yazarı olduğumu merak ediyorlar veya da neden roman yazarı olduğumu açıklamam onların bana biçeceği değer için ayrıca önem teşkil ediyor. Gizleyecek değilim arkadaşlar, elbette siz bana hayatınızı açtınız, ananızın ve babanızın ve dahi yavuklunuzun dahi bilmediği o fevkalade sırlarınızı paylaştınız, ben size nasıl roman yazarı olmaya karar verdiğimi, niye bu baş ağrıtıcı işe gönül verdiğimi anlatmaz mıyım? Siz isteyen yeter ki!

11 Aralık 2010 Cumartesi

Kendi hayatımın içine nasıl ettim? Ya da senin hayatının içine nasıl edeceğim?

Bu çok yerinde olan iki soruya cevap vermeden önce aşağıdakileri yazmak istedim:

Burası benim son sığınağım anladın mı? Bunu iyi anlamanı istiyorum. Tek tek beni iyi anlamanızı, durumumu ve ne kadar berbat olduğumu görmenizi istiyorum. Sizi kıkır kıkır güldürecek şeyler yazmayabilirim ya da gülmekten altınıza etmenizi sağlayacak salaklıklarımdan birini ansızın önünüze koyabilirim. Zaten her şeyimi buraya koymaya karar verdim. Ama bunların hiçbir önemi yok! Önemli olan sizsiniz sevgili insan okuyucum. Siz, yani muhtemel roman kahramanım olan siz. Sadece siz önemlisiniz. Ve verdiğiniz cevaplar ve benden esirgemeyeceğiniz gerçekleriniz.

Kendi hayatımın içine nasıl ettiğimi anlatmamı bekliyorsunuz tabii, çünkü yazarınızın nasıl bir adam olduğunu bilmek en doğal hakkınız, çünkü karşınızdaki yazarın yazacağı bir roman kahramanı olmak isteyip istemediğinizi ve elbette bu adamın nasıl bir yazar olduğunu merak ediyorsunuz. Kendinizi o kadar önemsiyorsunuz ki yazarın kim olduğu ve sizi tüm gerçekliğinizle yazıp yazamayacağı kendiliğinden önem kazanıyor.

Kendinizi önemsemenize kızmıyorum, hem de hiç ve elbette sizin kendinizi önemseyişinizden müthiş zevk alıyorum. Niye sokaklarda dolaşıyorum? Aptal televizyon programlarına niye bakıyorum, niye okuyucularını zeka fakiri sanan “aptalkağıdı” gazeteleri okuyorum? Kendini önemseyen insanların, hiç kimseye bakmaz görünen ve ama yanından geçen herkesi görmeye çalışan bakışlarını gördüğümde zevk alıyorum, sen de öyle misin? Bilmiyorum bunu, ama ne düşündüğün önemli, çünkü unutma sen benim roman kahramanım olacaksın.

Bilmek istiyorum: sokakta yanından geçen o kadının/erkeğin/yaşlı teyzenin/ çocuğun gözlerinin içine bakıyor musun yoksa sanki yanından hiç kimse geçmiyor ve sen de zaten sokakta değil podyumda yürüyor gibi mi davranıyorsun? Merak ediyorum, bunu söyleyeceksin bana. Adından, kimliğinden daha önemli bu sorunun cevabı. Sen kimsin. Bunu bilmeliyim. Koyu karakterlerle yazılmış sorulara Cevap vermek istediğinde mail atabilir ya da yorum bölümüne yazabilirsin.

Yeter ki yalan olmasın ilişkimizde, Bak bunu hiç affetmem, anasını bu yüzden gözden çıkarmış bir adam olduğumu, babasını sırf bu sebepten öldürmeyi düşünen bir hayırsız evlat olduğumu açıkça söylüyorum. Bacılarımı da söyledikleri yalanlardan ötürü sildim. Ve elbette onlara torpil mi yapacaktım, tüm arkadaşlarımı sildim defterden. Sap gibi yalnız kalışımın tek sebebi yalan söylemediğim halde yalancılıkla yaftalanmam ve beni yalancılıkla yaftalayan herkesin yalancı olması.

Bak beni iyi anlamanı istiyorum: yalancı olabilirsin ama bana yalan söylemeyeceksin. Biliyorum çok zor bi şey bu. Çünkü anasını satayım hayatımız yalan. Her şey yalan. Hiç kimseye inanmıyoruz çünkü hepimiz yalancıyız. Ama bak ben öyle değilim işte. Bunu belki zamanla anlayacaksın. Bunun hiçbir önemi de yok aslında karşıma çıkanların yalancılığı benim dürüstlüğümü otomatik olarak yalan kılıyor. Zaten en sık kullanılan yalan “ben yalancı değilim” yalanı olduğundan, gerçek tam da bu olduğunda insanların kafasında yalan lambası sönmemecesine yanıveriyor. İnan ya da inanma durum bu işte.

Yalan olmayacak ilişkimizde. Hayatımız yalan olabilir, her şey yalan olabilir. Ama ilişkimizde sorulara verdiğimiz cevaplarda yalan olmayacak. Bana aklına gelen her şeyi sorabilirsin, ya doğruyu söylerim cevabı biliyorsam ya hiç cevap vermem, senden de aynı şeyi beklediğimi ve sadece doğruyu, gerçeği beklediğimi altını çizerek söylüyorum. Yalanı yazma hakkı sadece roman yazarınındır, o da ancak yazılan romanda. Roman kahramanı’nın söyleyeceği yalanı bile roman yazarı belirler. Bunu sakın Unutma! İlişkimiz en başından yara almasın. “İlişkimize de sana da başlarım” diyorsan, seni burada zorla tutmadığımı hatırlatırım yavrucum. Yalandan yaşadığın yalan dolu hayatına dönebilir, bu yazıyı hiç okumadığını varsayabilirsin.

10 Aralık 2010 Cuma

Kendimize ne kadar daha hamallık edeceğiz?

Kendini bir şey sanan insanlardan bıktığını düşünüyorum. Şunu da biliyorum saklamaya kalkma: kendini bir şey sanan insanlardan bıkan herkes kendisini mutlaka bir şey sanıyor. Önce bunu kabul edelim. Sonra da bu gerçeğin bizi ezmesine izin vermeden gereğini yapalım: ben bir halt değilim, demesini bilelim. Sahiden bir halt değilim. Sahiden bir halt değilsin. Oh işte şimdi birbirimizin olmaya, birbirimizi solumaya, yaşamaya hazırız. Derin bir nefes al, seni arzulayan, varlığına gereksinim duyduğunu ilan eden bu berbat durumdaki, çirkin adama yüzünü görmediğin halde gülümse, o çünkü bu satırları yazarken tam da sana “gülümse” dediğinde sana, hiç tanımadığı sana, roman kahramanına gülümsüyor. Yalan yok.

Kasmaktan, kasılmaktan, kendimizi bir şey olarak lanse etmekten yorgun düşüp adamlığımızı/ kadınlığımızı/ insanlığımızı saçmasapan bir ego yükünün altında eziyoruz da n’oluyor? Hepimiz, hepimizin boktan tarafları olduğunu, kahretsin bu boktan taraflarımızla varolmak zorunda olduğumuzu bilmiyor muyuz? Yani hangimiz altına etmedi, hangimiz yaptığı salaklıkla başkalarının kahkahalarının hedefi olmadı? Kim kendi hatalarıyla, başkalarının bencilce, zalimce aşağılayan bakışlarını kendi üstüne çekmedi? Cehennem başkalarıdır, diyen adam kendi üzerine dikilen bakışların, kibrin sıcaklığından mahvolmuş biri değilse zaten kuru edebiyat yapıyordur!

Daha az önce yırtılan pantolonumu işaret edip fısıldaşarak bana gülen iki budalanın durumu benden daha mı parlak? Birinin rimeli kikirderken gözlerinden gelen yaşla yüzüne bulaşmış, dikkatle bakınca diğerinin de gömlek cebinin üzerine ketçap damlatmış olduğu görülüyor, sevgili gerizekalılar, hepimiz rezilliklerimizle varız bu dünyada desem, gelin kardeş olalım desem onlara… Gücenirler, oysa yırtılan pantolonumla açıkta kalan kıçımı gösterirken birbirlerine, ne de mutlular. Fotoğraflarını çekip size göstersem onların bu mutluluklarının apansız ortaya çıkıverin bir insan kıçıyla ilgili olduğuna inanamazsınız. ama ne yazık ki böyle! Açıkta bırakılmaması gereken bir insan kıçı, derinlere gizlenmiş insanlık onurunu olduğu yerde kirletebiliyor! onları kenara çekip hayallerimden, gösteremediğim, gösteremediğimiz, içimize gömdüğümüz insanlığımdan nasıl bahsedebilirim? Dinlemezler, inanmazlar, çünkü anlatmaya kalktığımda kendilerini bir şey sanırlar. İsterseniz deneyin, birine adres sorun hemen kendisini bir şey sanır ya da biri size adres sorsun hemen kendinizi bir şey sanırsınız. Hepimiz böyleyiz. Hepimiz aptal gururumuzun altında ezilen hamallarız, yükümüzü nereye bırakacağımızı, niye bırakacağımız bilmiyoruz. Oysa işte niye bırakmamız gerektiği ortada: ağır geliyor lan! Çok ağır hem de! İşte yırtık pantolonumla oturuyorum şurada. Kırılmış kalbimin, o gösteremediğim varlığımda pantolonun yırtığından görülen kıçımdan daha fazla yer kapladığını, dünyalar kadar büyük olduğunu nasıl anlatabilirim?

Ulan işte bir blogda bunları yazacak kadar düşmüş biriyim, işte siz de bir blogda bunları okuyacak kadar düşmüş birisiniz. İşte bundan ötürü senin roman kahramanım olmanı istiyorum. Evet, “acaba ben mi?” diye soru soran sana söylüyorum. Lanet olsun senin nerede olduğunu bilsem zaten oraya gelirdim. Ama bilmiyorum ki, sen de “benim hayatımı, tüm gerçekliğimi, duygularımı hayallerimi alıp benden bir roman kahramanı çıkaracak yazar nerede?” diye soruyorsun. Öyle değil mi? öyle değilse gidebilirsin, özgürsün. Ama öyleyse susmanı istemiyorum, yazmanı, konuşmanı, kendinden bahsetmeni istiyorum. Bunu iyi anlamanı istiyorum.

Hepimiz kastırıyoruz, hepimiz bir halt gibi davranıyoruz ama işte koydun yastığa başını gece, yanında istersen sevgilin, karın/ kocan olsun yalnızsın, o uykuya yalnız, korumasız giriyorsun. Giriyoruz! Bir yatağa uzandığımızda içine yerleştiğimiz şey önce kendi yalnızlığımız, çok yalnızız ulan, bunu görmüyor musun? Bu gerçek seni acıtmıyor mu? Kafanı sonra da tüm varlığını şu filme, o diziye, bu romana sokup nefes almaya çalışmıyor musun? Bu gerçek, bu koskoca dünyada yapayalnız olduğun gerçeği seni acıtmıyor mu? Sefilliklerimizin içinde debelenirken ne kadar güçlü olduğumuzu göstermeye çalışmanın komikliği bizi salaklaştırmıyor mu? Sen de istiyorsun, sen de artık bir roman kahramanı olmak istiyorsun! Gizleme içindeki potansiyeli! o yaşayamadığın hayatını, gerçeklerini kısacası kendini bana ver, açım sana!

Ne diye numara yapıyoruz? Çıplaklaşalım önce, tafralarımızı, insansevmezliğimizi, herşeye burun kıvırtan ama bir boka yaramayan aptal kibrimizi kenara bırakalım, kendi hamallığımızı yapmaktan yorgun düştüğümüzü bilelim. Ne saçma şey, insan kendisini, ben dediği şeyi taşımaktan yorgun düşer mi? düşer işte. Çünkü derler ki sana güçlü ol, ciddi ol, ezik durma, hatalarını ört, bastır, kabul ettir, ikna et, sahip ol, iktidar sahibi ol, erkeksen kadını ele geçir, onu köleleştir, kadınsan erkeği ele geçir onun dizginlerini elinde tut, herhangi bir ikili ilişkide taraflardan birinin ille bir diğerini ezmesi, yönetmesi, ona binmesi, onu biçimlendirmesi mi gerekiyor? Evet, durum budur. Tam da budur, ego kalkanını hiç bırakmamacasına taşımamızın sebebi bu.

Şuraya gelip oturdum, bunları yazıyorsam bu yorulduğumdandır, bunu anlamanı istiyorum. Gerçek beni yordu. Vallahi de billahi de yordu, sıtkım sıyrıldı, bak önümde duran elektrik faturasını görüyor musun? İyi bak ona, bu beni yordu. Onu nasıl ödeyeceğimi düşünmek beni yordu, ulan altı üstü 47 lira! Meblağ hiç önemli değil ki, onu benim ödeyecek olmam, bu aptal sorumluluğun bana verilmesi beni yordu! Zihnimde, varlığımda aptal bir faturaya her ay yer açmak beni yordu! İnkâr etme seni de yordu! İşte bundan ötürü Sana kim olduğunu bilmeksizin “canım” demek istiyorum! Seni öyle derinden sahiplenmek istiyorum ki varlığımda kendime ilişkin gereksiz ego partikülleri değil senin yaşamının benzersiz harikaları, fevkaladelikleri olsun. Onların sesi işitilsin, onlar görünsün, onlar parlasın! Seni roman kahramanım yapmak istiyorum. Ama bunun ne demeye geldiğini biliyor musun? Bunu sahiden anlayabiliyor musun? Önce bunu görmek gerek. Senin de en az benim kadar zavallı, horlanmış, hakkı yenmiş, salak durumuna düşmüş ama yine de gururunu elden bırakmayan; hala dünyanın karşısına yalnız çıkabileceğini, her şeyle bir başına mücadele edeceğini düşünen biri olman gerekiyor. Elbette yalnızlığını anlamlı sayılabilecek bir dostlukla değiştirmekten çekinmeyecek kertede dostluğa aç olman gerekiyor.

Kendi yaşamını, gerçekliğini benim ellerime, zihnime bırakırken ben de sana kendi berbat hayatımın içinde ufalanıp gitmesine izin vermediğim harikaları anlatacağım. Elbette rezilliklerimden de payına düşeni alacaksın. İlişkimizin tek koşulu var: ben veriyorsam sen de vereceksin ben alıyorsam sen de alacaksın. Benden şikâyet etme hakkın var, yorum yazdığın zaman yayımlanacak, ben kontrol etmeyeceğim. Ne yazıyorsan o yayımlanacak, anlıyor musun?

Burada birlikte olalım istiyorum, burada sahiden bir yazar okur ilişkisinin değil karşılıklı bir oluşturma/ yaratma işinin olacağını bilmelisin. Yani ben bir roman kahramanı oluşturacağım senin yaşamından, duygularından, gerçeklerinden ve sen de benden bir yazar ortaya çıkaracaksın, birbirimizi yontarken ya da birbirimize eklerken bir heykeltıraşın acımasızlığına, onun biçime ulaşmak isterken maddeye duyduğu merhamete, öfkeye; dünyada olmayan bir şeyi önündeki kütleden ya da kilden çıkarma isteğine sahip olmalıyız, yani kendimizi bir halt sanmadan bir şeyler yapmalıyız.

Şimdi diyeceksin ki hem kendimizi bir halt sanmayacağız hem de bir heykeltıraş gibi yaklaşacağız birbirimize, ne iş? mümkün mü bu? Mümkün elbette, birbirimizi umursayacağız, kendi varlığımızı umursayacağız ama dikkat et, kendimizi hazır kalıpların içine sokmayacağız, kendini bir halt sanmak tam olarak bu: yeryüzündeki bir sürü işe yaramaz payeden birini ya da birkaçını alıp üzerine yapıştırmak, kendi yaftalarını bir kenara bırakıp ben bir insanım demek yerine ben bir şeyim demek, bunu yapmayacağız işte! Birbirimize yaklaşırken her şeyi soyunmak isteyeceğiz, zaten ortaya ne çıkarsa soyunduklarımızdan, üzerimizde taşımak istemediklerimizden, bize ağır gelenlerden çıkacak, yani kibrimiz, ahmaklıklarımız, vicdanımız, bizi bir şey olmaya zorlayan her şeyi buraya koyabildiğimiz ölçüde birbirimize hazır olacağız, bir beceriksiz yazarı iyi bir yazar kılacak gerçeklikle bir sıradan insanı sahici bir roman karakteri kılacak istek burada bir araya gelecek. Gelecek ya da gelmeyecek başka sığınacak hiçbir yerim yok anladın mı? Çulsuzluğumu, yurtsuzluğumu iyi anlamanı istiyorum. Beni ya sen anlayacaksın ya hiç kimse, peki ya sen kimsin? Anlat bakalım kendini. Kendinden bahset hemen. Hemen başla. Bir şey söyle, mesela de ki “sütlü kahveyi hiç sevmem” ben de hemen “roman kahramanım sütlü kahveyi hiç sevmez!” yazayım romanıma. Ya da “gri pantolonumu giyiyorum bugün” diye haber ver. Hemen “roman kahramanım gri pantolonunu giyiyor şu saat itibariyle” ya da “şimdi blogu okurken peynir dürdüğüm ekmeği ısırdım.” De. Ben de hemen “roman kahramanın açlığını bastırmak için blogu okurken bir yandan da kendi elleriyle hazırladığı sandviçini ısırarak ağzına dolan peynir tadını gözüyle ısırdığı cümlelere karıştırıyordu” yazayım.

Dersen ki ama ben bunu demedim, işte o zaman sana derim ki, senin dediklerini ilerletme hakkım var benim! Senin de romanım bittiğinde, onu okuyup eleştirme, beni yerden yere vurma hakkın olacak! Tabi roman biterse, sen yardımcı olursan, kendi gerçekliğimi bütünüyle bir kenara koymak istiyorum. Söylediğin her şey seni bir roman kahramanı olarak yazdığım kurgunun içinde gerçekleştirecek. Bunun ne demek olduğu üzerine düşünecek misin?

Sadece gerçekler, sakın yalanlarını buraya koyma! Onları zaten herkese veriyorsun, veriyoruz. Gerçeklere ihtiyacımız var! Gerçeklerini koy, inanmadığın, inanamadığın gerçeklerini koy, varlığını yalanlayamayacağın kuşkularını, isteksizliklerini, can acıtıcı tecrübelerini, kendini koy, buraya koy kendini! ya da dilersen apaçık görünmesini istemiyorsan mail gönder! Gönder ama gerçekleri gönder! Sadece sana ait değil bundan böyle roman kahramanıma ait olan o gerçekleri gönder bana!